Varlığa ben seninle agâhım..Var olan sensin ancak Allah’ım..

Bir kimse HAK’kı dilemede sadık olmazsa, bin mürşidi kamil olsa HAK’ka vasıl olamaz..

Mümin İle Kâfirin İbretli Hikayesi

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Onlara şu iki adamı misal olarak anlat.” (Kehf: 32)

Buyurarak, nimetler içinde yüzdüğü halde Yaratan’a karşı gelen kâfir ile, zorluklara ve yoksulluğa göğüs gerdiği halde Sahib-i hakiki’ye boyun eğen, dünyanın ahiret için bir yol ve geçit olduğunu bilen müminin durumunu bir ibret ve öğüt olmak üzere beşeriyete sunmaktadır:

“Bunlardan birine iki üzüm bağı vermiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış, aralarında da ekinler bitirmiştik.

İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş, hiç bir şeyi eksik bırakmamıştık. İkisinin arasından bir de ırmak akıtmıştık.” (Kehf: 32-33)

Öyle bir manzara ki, çeşitli üzümler bitiren iki bağ, bağlar hurma ağaçları ile çevrilmiş, ortalarında ekin var, rahatça sulama yapılsın diye aralarından ırmak akıyor. Bu ırmak, bahçelerin değerini ve güzelliğini daha da artırıyor.

Bu kâfirin altın, gümüş, hayvanat gibi daha başka serveti de vardı. Daha doğrusu sayılı zenginlerdendi.

“Bu adamın başka geliri de vardı.” (Kehf: 34)

Günlerden bir gün arkadaşıyla karşılıklı konuşup tartışıyorlardı.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken ‘Ben malca senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da senden daha güçlü ve itibarlıyım.’ dedi.” (Kehf: 34)

Böyle söyledikten sonra arkadaşıyla beraber adı geçen bahçeye geldiler.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Kendisine böylece yazık ederek bahçesine girdi.” (Kehf: 35)

Buyurarak; büyüklendiği için, kendini beğendiği için, zenginliği ve gücü ile böbürlendiği için nefsine zulmettiğini, nimeti vereni inkâr ettiğini haber veriyor.

Uzun emelli, şiddetle mala düşkün olduğu, dünya malına fazlaca aldandığı için şöyle dedi:

“Bunun hiçbir zaman yok olacağını sanmam!” (Kehf: 35)

Bu onun aklının kıt, ruhunun ölü oluşundan, uzağı göremediğinden ve kâfir olduğundan kaynaklanıyordu.

Bu sebepledir ki daha da büyük bir cüretkârlıkta bulundu:

“Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Şayet Rabb’ime döndürülürsem, hiç şüphem yok ki, orada bundan daha hayırlı bir âkıbet bulurum.” dedi. (Kehf: 36)

Zenginlik ve servetini Allah-u Teâlâ’nın bir ikramı, bir ihsanı olarak değil de, kendi gücünün ve kabiliyetinin bir sonucu olarak görüyor, bu nimetleri hiç kimsenin kendisinden alamayacağını iddia ediyordu.

Allah-u Teâlâ mümin komşusunun ona verdiği cevabı ve onun bu saygısızlığına karşı öğüt verdiğini bildirerek şöyle buyurur:

“Kendisiyle konuşan arkadaşı ona dedi ki:

Seni topraktan, sonra nutfeden yaratıp, sonunda da seni bir insan şekline getiren Rabb’ini inkâr mı ediyorsun?

İşte O Allah, benim Rabb’imdir ve ben Rabb’ime hiçbir şeyi ortak koşmam.

Bağına girdiğin zaman ‘Mâşâallah! (Allah dilemiş de olmuş!) Kuvvet yalnız Allah’ındır.’ demen gerekmez miydi? Gerçi sen beni malca ve evlâtça kendinden güçsüz görüyorsun!..

Rabb’im bana senin bağından daha iyisini verebilir ve seninkinin üzerine ise gökten yıldırımlar gönderir de bağın kupkuru bir toprak haline gelir. Yahut suyu çekilir de artık onu arayıp bulamazsın.” (Kehf: 37-41)

Nitekim bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor:

“De ki: Suyunuz çekilecek olsa, söyleyin bakalım, size kim bir akar su getirebilir?” (Mülk: 30)

Allah-u Teâlâ müminin dediği gibi, bahçenin harap olduğunu beyan etmek üzere buyurur ki:

“Derken o kâfirin bütün serveti kuşatılıp yok edildi.

Bunun üzerine, bağı uğruna yaptığı masraf karşısında ellerini oğuşturmaya başladı. Bağın çardakları yere çökmüştü.” (Kehf: 42)

Kaybolup giden mallarına içi yanmış, üzgün bir şekilde parmaklarını ısırıyor;

“Ah! Keşke ben Rabb’ime hiç bir şeyi ortak koşmamış olsaydım!” diyordu. (Kehf: 42)

Ne var ki, pişmanlığın fayda vermeyeceği bir zamanda pişman olmuştu. Bu tevbe; iman sâikasıyla, Allah için samimi bir tevbe değil, maddi bir varlığın elden çıkmasından dolayı olan bir pişmanlık idi.

Vaktiyle kendileriyle iftihar ettiği ve güvendiği yakınlarından hiç kimse ona yardım edemedi.

“Allah’tan başka, kendisine yardım edecek bir topluluğu da yoktu. Kendi kendine yardım edecek güçte de değildi.” (Kehf: 43)

“İşte bu durumda yardım ve dostluk, Hak olan Allah’a mahsustur.

O’nun vereceği sevap da daha hayırlıdır, âkıbet de daha hayırlıdır.” (Kehf: 44)

Kategoride ismi geçen dergiden alıntıdır!

2 Yorum»

  Saliha wrote @

Bu hikayeyi de,bu sayfayı da çok seviyorum.
Bir de seni. :)

Teşekkür ederim ablacım..Sayfa çok güzel oldu değil mi :)

  Saliha wrote @

Hem de harika oldu, canım benim. :)
Burası içimi açıyor. :)

Eheh kimin ellerinden çıktı diyip tam sayfaya yakışır şekilde kibirlenirmişim :) Şaka şaka


Yorum bırakın